Hamileliğin son aylarını İzmir sıcağında geçirmiş ve denize ancak birkaç hafta sonu günübirlik gidebilmiş bir seyahat düşkünü olarak doğuma çok az kala eşimle birlikte 6 gecelik bir Datça gezisi planladık. Doğumdan sonra yeni anneliğe özgü endişe ve korkularla geçen ilk günlerin yorgunluğu üzerimizdeydi. Bir yandan hayatımızın yeni düzenine (ya da düzensizlik mi desek?) alışmaya, bir yandan da bizim için vazgeçilmez olan gezilerimize ailemizin yeni üyesiyle nasıl devam edebileceğimizi düşünüyorduk. Sonuçta evde de zor geçen; uyumadığı, huzursuzlandığı günler oluyordu. En kötü ihtimalle aynı şeyleri denize nazır, tertemiz, püfür püfür Datça havasını soluyarak yaşardık! Eyleme geçmeden öğrenemeyecektik ve gözü karartıp Deniz Tibet henüz elli günlükken Datça yoluna koyulduk. Yola çıkmadan önce yanımıza alacaklarımıza dair detaylı bir liste hazırladım. Bebekten önceki minimalist valiz hazırlama dönemi kapanmıştı! Gezimizi Eylül ayının ikinci yarısında gerçekleştireceğimiz için farklı hava koşullarına uygun kıyafet, bol miktarda bez, banyo malzemeleri temel ihtiyaçlar dışında listemizde park yatak, kanguru (Deniz Tibet henüz çok küçük olduğu için o dönemde mei tai sling kanguru kullandık), pek tabii bebek arabası ( travel system olması otomobilde de rahat kullanmamızı sağladı), kundak, yedek emzik, tedbir amaçlı burun aspiratörü ve ateş düşürücü ve bebek kamerası vardı. Henüz oyuncaklarla pek ilgilenmediğinden otomobilde oyalamak için sadece bir iki tane çıngırak tipi oyuncak aldım. Anne sütü alıyor olması da bizi mama, biberon yükünden kurtardı.

Sonunda bir Pazar sabahı yola çıktık. Datça’ya giderken Deniz Tibet yolculuğu çoğunlukla uyuyarak geçirdi. İki kez emzirme molası verdik ve büyük bir problem yaşamadan kalacağımız pansiyona ulaştık (asıl sınavı dönüş yolunda verecektik!). Konaklama için Mesudiye Ovabükü’nde bir aile işletmesi olan Yarımada Pansiyon-Apart’ı tercih ettik. 2-3 ay öncesinden yaptığımız 6 günlük rezervasyon için kahvaltı dahil yaklaşık 900 TL ödedik. İlgili çalışanları, meyve ağaçları ile dolu bahçesi ve temizliğinden memnun kaldık. Bahçesi çocukların oynayabilmesi için gayet uygun ve kendi yemeğini hazırlamak isteyenler için mutfağı olan odaları da mevcut. Biz akşamları otelde geçireceğimiz için deniz manzaralı balkonu olan bir oda seçtik. Odaya yerleşme ve dinlenme ile ilk günü geçirdik. İkinci gün kahvaltıyı yaptıktan sonra Ovabükü sahile yürüdük. Sahil boyunca Datça’nın diğer ünlü bükleri Palamutbükü ve Hayıtbükü gibi burada da sıra sıra pansiyon ve restoranlar var. İsteğinize göre restoran kısmında oturmanız ya da plajda şezlongları kullanmanız mümkün. Ovabükü sahil çok uzun değil ve restoranlar da birbirine benziyor. Plaj taşlık ve su çok soğuk değildi. Tatil sezonunda yer bulmak zor olabilir fakat biz okulların açıldığı hafta gittiğimiz için genel olarak Datça sessiz ve sakindi; benim için Datça’nın en güzel zamanları.. Deniz Tibet’in akşam uyku saatine kadar yüzerek, sahilde oturarak ve yürüyüş yaparak vakit geçirip otele döndük. Deniz Tibet henüz çok küçük olduğu ve pusette uzun saatler uyuyamadığı için onu fazla yormak istemediğimizden her akşam uyku saatinde otele döndük. Onu yatırdıktan sonra odanın balkonunda vakit geçirdik. Açıkçası o dönemde bu durum kendimi pek de kısıtlanmış hissetmeme sebep olmadı. Zaten gündüz hep hareket halinde olma ve bebek bakımı yüzünden biz de çok geç saatleri göremeden sızıyorduk. Aslında bebeğimiz uyurken otelin bahçesine inip akşamları orada geçirmeyi planlamıştık fakat acemi kullanıcılar olarak kamerayı bir türlü resetleyip otelin internetine bağlayamadığımızdan bu seçeneği hiç kullanamadık.

Üçüncü gün öğleye doğru Palamutbükü için yola çıktık. Mesudiye’den Palamutbükü yaklaşık 9 kilometre uzaklıkta. En uzun sahil hattı bu bükte yer alıyor. Biraz sahilde dolaştıktan sonra oturmak için Payam Restoranı seçtik ve o kadar memnun kaldık ki son günümüzü yine burada geçirdik. Çalışanları çok ilgili ve kibardı. Sık sık bebeğimiz için bir ihtiyacımız olup olmadığını sorarak da bizi mutlu ettiler. Günü burada geçirdiğimiz için yemek, kahve ve pastalarından deneme şansı bulduk. Porsiyonları epey büyük ve denediğimiz her şey çok güzeldi. Özellikle bademli köfte ve bademli keklerini çok beğendik. Ayrıca Payam’ın ünlü papağanı “Pedro” da çocukların ilgisini çekip onları eğlendirecektir diye düşünüyorum. Palamütbükü sahili de taşlık, deniz hemen derinleşmiyor fakat hafif dalgalı. Yine de berrak denizinde yüzmek oldukça keyifliydi.
Dördüncü günümüzü Ovabükü’ne bir kilometre uzaklıkta benim için Datça’nın en güzel bükü olan Hayıtbükü’nde geçirdik. Buradaki restoranlar diğer büklere göre biraz daha pahalı fakat denizi dalgasız ve sığ, sahili kumlu olduğundan bana kalırsa çocuklar için en uygun plajlardan biri. Bizim için henüz çok erken olduğundan Deniz Tibet’in sadece bir ayağını sokup çığlığıyla geri çekilsek de etrafta keyifli vakit geçiren daha büyük birkaç bebek vardı. Beşinci günümüzü Datça merkezinde geçirmek istediğimizden Kargı plajına gittik. Burada yanlış hatırlamıyorsam iki tesis mevcuttu. Bizim tercih ettiğimiz Kargı Restoranı’nda denize iskeleden giriliyordu. Yüzerken gördüğüm kadarıyla bitişiğindeki tesisin çocuklar için daha uygun olabilecek bir plajı vardı. Burada Deniz Tibet huysuzlandığı için fazla uzun kalmadık ve eski Datça’ya geçtik. Gün boyu neredeyse hiç uyumayan ve epey huzursuzlanan bebeğimize eski Datça’nın arnavut kaldırımları ilaç gibi geldi ve hepimiz kısa bir süre rahat nefes aldık.

Son günümüzü yine Palamutbükü’nde geçirdik. Deniz Tibet’in gaz ağrısı sebebiyle ilk gelişimiz kadar keyifli değildi. Sahilde kundakladığım bebeğimi kucağımda uyutmaya çalışırken pek eğlenmesem de gün sonunda halimizle dalga geçip gülecek kıvama gelmiştik! Dönüş günümüzde sabah Datça pazarına uğrayıp badem, zeytin gibi yerel ürünler alıp yola koyulduk. Daha önce görmediğimiz için bu kadar yakınlaşmışken Selimiye’ye uğrayalım dedik ve gezinin en büyük hatasını yapmış olduk! Selimiye yaklaşırken zar zor uykuya dalan Deniz Tibet otomobil durduğu an uyandı ve tekrar uyuyabilmesi için bebek arabası ile güneş altında sahilde ileri geri yürümek zorunda kaldık. Sonrasında sahildeki tesislerden birinde kısa bir deniz molası verdik. Hem bebeğimizin keyfi olmadığından hem de Datça’nın berrak denizinden sonra Selimiye plajı bize de zevk vermediğinden fazla oyalanmadan İzmir için yola koyulduk. Bir süre uyusa da Deniz Tibet bu kadar fazla uyaran sonrası patlama yaşadı ve otomobilde avaz avaz ağlamaya başladı. Sık sık mola verip sakinleştiriyorduk fakat otomobile bindiğimiz an aynı şekilde başlıyordu. En son çare olarak kundakla kollarını sarıp ana kucağına bağladık ve otomobil hoparlöründen son ses kolik müziği dinleterek sakinleştirebildik ( Buzuki Orhan’a sonsuz teşekkürler!). Datça’da sürekli deniz kenarında vakit geçirip, iyot ve temiz hava soluduğundan belki de, Deniz Tibet kısacık geçmişinin en iyi gece uykularını uyudu (eve döndüğümüzde elbette intikamını alacaktı). Bunda park yatağın da büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. O kadar güzel uyudu ki bir sabah bebeğimizi eşime bırakıp kısa bir koşuya çıkabildim; bir başka sabah da gün doğarken (ne kadar iyi uyusak da gün elbette 6-7 arası başlıyordu) Deniz Tibet’i sling kanguruya sarıp Hayıtbükü’ne yürüyüp dönmüştük. Benim için bu tatilin en özel anlarından biriydi. Son iki gün ve dönüşte yaşadığımız zorluklar dışında hastalık ya da kaza gibi büyük bir sorun yaşamadık.
Sonuç olarak evde olsak da yaşayabileceğimiz zorluktan çok da fazlasını görmeden güzel bir hafta geçirdik. En önemlisi ailemizin yeni üyesiyle de gezebileceğimize dair güven kazandık. Dönüş yolundaki halimiz ise şimdi en komik anılarımızdan biri haline geldi.
Yazı Sahibi: Ece Tiryaki
Instagram: eceetiryaki