Brugge… Nasıl anlatsam size bende bıraktığı o eşsiz, masalsı güzelliğini de siz de aynı duyguları hissedebilseniz? Tamamen Ortaçağ döneminde gibi hissediyorsunuz kendinizi ilk bakışta. Sonra o döneme ait olmaya başlıyorsunuz. Sonunda ise orada yaşamak istiyorsunuz. İşte baştan sana tam böyle bir yolculuk 🙂
Biz günübirlik gittik Hollanda’dan. Kız kardeşim Hollanda’da yaşıyor, böyle büyük bir şansımız var bizim. 🙂 Vlissingen şehrinde yaşıyor, oradan feribotla yaklaşık 45 dakika süren bir yolculuk yapıp Breskens adında bir şehre geçtik. Her saat başı oradan Brugge’a otobüs kalkıyor. Yaklaşık 3 € idi kişi başı.Düşünsenize bir ülkeden bir ülkeye otobüs kalkıyor. Sınır da sadece bir tabeladan ibaret. Ne kadar farklı geliyor insana. Biz erken saatte orada olduğumuz için feribotun yanında çok tatlı bir kafe vardı orada bekledik. Harika kurabiye ve kahve çeşitleri vardı. Defne ye de meyve istedik. Otobüs saati gelince bindik. Otobüslerin yurt dışında en sevdiğim yanı bebek arabasına emniyet kemeri var yanına da ebeveynler için koltuk var rahatça gidebiliyorsunuz. 1 buçuk saat sürdü yolculuğumuz. Ama belki de uğramayı düşünmeyeceğim o kadar güzel yerlerden geçti ki otobüs çok mutlu olduk. Tamamen Hollanda ve Belçika’nın köylerinden geçtik. O peyzaj, o çiçekler, bahçeler, tertemiz sokaklar,yemyeşil ormanlar inanın yaşamımızda ne kadar doğadan eksik olduğumuzu hatırlatıyor bize.
Brugge’a geldiğimizde Defne bir buçuk saat otobüste uyumuş ve dinlenmişti. Otobüs durağı tren garının yanındaydı. Her seyahatte yaptığımız gibi ilk önce hemen
harita edindik. Tren garının içi çok güzel dekore edilmiş, harika tablolar vardı. Şehre
uyum sağlıyor kısaca. Modern kısmı değil de eski şehir kısmından başladık gezmeye.
Gezmesi çok kolay. Yürüyerek her yere ulaşabilirsiniz. Tren istasyonunun karşısına geçip küçük bir köprüden geçiyorsunuz. Kanalın kenarındaki yeşil alanlar, ağaçlar parklar büyülüyor sizi yürürken. Daha sonra Minnewater (Lake of Love) a geldik. Parkın tam ortasında göl var. Hatta bir efsaneye göre karşı kabilenin savaşçısına Minna adındaki genç ve güzel kız aşık oluyor. Babası kızının aşkını önemsemiyor ve kendii istediği biriyle evlendiriyor. Minna kaçıyor,sevdiği kişi ise ancak o ölmek üzereyken buluyor onu. Minna sevdiğinin kollarında ölüyor. Göl de bu yüzden Minna’nın adını almış. Gölün üstündeki küçük köprü de Sevgi Köprüsü olarak sayılmış. Minnewater’dan şehre doğru yürürken o güzelim kuğuların kanaldaki süzülüşlerine, çimenlerde güneşlenmelerine bayılacaksınız. Biz hangi sokakta ne var diye gezmedik. Tamamen sokakların içinde kaybolmayı istedik. Harika yapıların arasında gezmek, kaybolmak muhteşemdi.
Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde kanallar ve meydanlar var. Brugge’un da en ünlü meydanı Markt Meydanı.958 yılında pazar yeri olarak kullanılmaya başlanmış. Meydanda nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Öyle güzel tarihi binalar var ki.. Şimdi hepsi banka, restoran ve müze olarak kullanılıyor.Çok gösterişli bir kulesi var adı Belfry Kulesi. Bu kule saat ve çan kulesi.83 metre uzunluğunda ve içinde 47 tane çan var. Gezmek ve Brugge’u buradan seyretmek isterseniz 366 merdiven çıkmanız gerekiyor. Manzaranın enfes olduğunu söylüyorlar ancak biz çıkamadık tabiki Defnecikle. Bir de Historium adlı tarih müzesini gezebilirsiniz. Brugge, çikolataları ve
biralarıyla ünlü bir kent. Markt Meydanı’nda da Bira Müzesi var. Gezmek isteyen meraklılarına önerilebilir. Daha sonra Burg Meydanı’na ulaştık. Yine harika rönesans ve gotik tarzda yapılarla karşılaştık.Burg Meydanı, Markt Meydanı’na göre daha sakindi gittiğimizde. Defne’yi emzirme önlüğü altında emzirdim hemen 🙂 Sabah hava serinken öğlenleyin ısınmaya başlamıştı. Üstünü değiştirdim, altını temizledim. Kimse de dönüp bakmıyor inanın. Avrupa’nın kalabalık haldeyken bile sanki tek başına gibi
özgür ve kendi halinde kalabilmeyi çok seviyorum. Defne’ye evden tost yapıp
getirmiştik. Bir de meyve püresi. Onları meydanda yedirip yolumuza devam ederken geldiğimizden beri etrafı saran o tatlı hoş kokunun neredeyse her sokakta birkaç tane bulunan waffle’cılardan geldiğini fark ettik 🙂 Burg Meydanı’ndan Markt Meydanı’na doğru giderken yol üstündeki waffle’cıdan hemen waffle aldık. Sıra vardı bu arada baya. Defne Şuan iki buçuk yaşında şuan bile çikolata yedirmiyorum henüz ya da tatlı. Ama orada waffle’ın anavatanına gelmişken yememesine içim razı olmadı birkaç
lokmacık yedi 🙂
Bruuge’da gezerken mutlaka oturup birkaç dakika manzaranın tadını çıkarmanızı tavsiye edeceğim size. Öyle güzel ki bir yandan tarihe yolculuk yapıyorsunuz bir yandan sanki bir masalın içinde gibi hissediyorsunuz. Burg Meydanı’ndan ayrıldıktan sonra Quay of Rosary’e geldik. Muhteşem kelimesi sanırım yanında hafif kalır. Harika bir manzara.Tıpkı bir tablonun içinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Kanallarda gondollara ya da küçük kayıklara binip gezilebiliyor. Zaten bu durumdan dolayı Belçika’nın Venedik’i olarak anılıyor Brugge. St. Saviours Katedrali görülmeye değer yerlerden. Brugge’un en eski kilisesi. 10.yy.da yapılmış. Saint John’s Hastanesi, o kadar büyüleyici ki… Bakıp bakıp duruyorsunuz gözlerinizi alamıyorsunuz. Çok görkemli. Yolcular, fakirler ve hastalar için yapılmış.Bu arada sekiz yüzyıllık bir geçmişe sahip. Zaten her yer tarih kokuyor. Tam anlamıyla Orta çağa yolculuk yapıyorsunuz. Şimdilerde bu hastane müze olarak kullanılıyor. Church of Our Lady 122 metre uzunluğunda görkemli bir yapı. Bu kiliseyi yapmak tam iki yüzyıl sürmüş. İçinde Michelangelo’nun Madonna ve Çocuk adlı mermer bir heykeli var. O yüzden görülmeye değer. Daha sonra kanalı takip ederek Begijnof’a ulaştık. Beguinler dindar bir şekilde yaşamak isteyen tek veya dul kadınların bir hareketiymiş bu arada. Harika bahçesi ve ağaçları var. Şimdilerde yine müze olarak kullanılan yerlerden.
Yemek için her yerde çok güzel ve şirin görünümlü restoranlar bulabilirsiniz. Biz Begijnof’tan çıktıktan sonra kanal boyu gezerken tam köprü üstünde bir restoranda yedik. Her şey lezzetliydi. Defne’ye de çorba istedik. Bir de değişik bir köfte. Çok hoştu. Dışarıda yiyip bu açık hava müzesinin keyfini çıkardık. Akşam yemeğinden sonra tekrar Hollanda’ya dönmek üzere yola koyulduk. Çocukla zor oldu mu derseniz gerçekten hayır. Sadece dönüş yolunda biraz zorlandık otobüste. Bizim gibi bebek dahi olsalar da çocuklarımız da yeni yerleri keşfetmeyi, gezmeyi seviyorlar. Hem de Brugge gibi yemyeşil doğası olan hayvanların da rahat yaşayabileceği yerlerden çok hoşlanıyorlar. Henüz yürüyemiyordu o yüzden bu kadar rahattık belki de bilmiyorum. Ama inanın keşfedilmeye çok çok değecek bir yer. Sadece bir köşesinde oturup dursanız bile o size zevk verir. Sizi başka dünyalara götürür. Çocuklarınızın ilgisini çekecek oyuncakları da yanınıza almayı unutmayın. Ben genellikle yemek yedirirken kullanıyorum seyahatlerde. Çok oyalayıcı oluyor.
Harika hediyelikler ve ah o enfes çikolatalar… Kendinize ve sevdiklerinize mutlaka alın. Genellikle Brugge için günübirlik vakit ayırıyormuş turistler.Ama benim kalbim kaldı orada. Günün sonunda insan hiç ayrılmak istemiyor inanın bana. Kalmadığımız için çok üzülmüştüm. Bu seneki planımızda yine Hollanda var. Umarım bu kez bir gün bile olsa kalabiliriz. Çünkü bu büyülü şehrin gecesi nasıl olurdu çok merak ediyorum doğrusu.. Bir de kış mevsimi… Keşke sevdiğimiz şehirlerin her mevsimini yaşayabilsek. Gidecek olanlara şimdiden iyi gezmeler. Benim için de doyasıya bakın o büyülü şehre 🙂
Yazı Sahibi: Tuğba Ağırman
Instagram: tugba_agirman