Öncelikle söylemek isterim; benim hamileliğim genel olarak rahat geçti. Gebelik kaynaklı olağan küçük sorunlar dışında ben de bebeğim de problemsiz bir süreç geçirdik. Uzun zamandır düzenli egzersiz yaptığım ve hamilelik boyunca yoğunluğunu azaltarak devam ettiğim için kondisyonum da iyiydi. Böyle olunca da fırsat buldukça yeni yerler görmek için yola çıkacak motivasyonumuzu kaybetmedik. Hem de kilometrelerce yürüdüğüm, koştuğum, dere tepe dolaştığım geziler yapma fırsatımız oldu.
Şubat 2018’de, ben 4,5 aylık hamileyken doktorumuzdan onay alıp kendimize bir kış rotası planladık. Amacımız doğayla iç içe, huzurlu bir hafta geçirmekti. Hem iki kişi olarak geçireceğimiz kısıtlı zamanı dolu dolu yaşamak, hem de ilk trimester gel gitli döneminin sonlanmasını kutlamak için!
Yola İzmir’den çıktık ve Bursa’da bir gece arkadaşlarımızın evinde dinlenme molası verip, pazar sabahı ilk durağımız Abant için yola koyulduk. Abant yolunda karlı günlerde kar lastiği ya da zincir olmadan yola devam etmenize izin verilmiyor. Geçmiş günlerde kar yağsa da, biz yoldayken aktif kar yağışı ve belirgin buzlanma yoktu; bu yüzden yolda herhangi bir problem yaşamadık. Göl kıyısında konaklamak istediğimizden milli park içindeki sanırım en ekonomik otel olan Büyük Abant Oteli’ni tercih ettik. Biraz eski olsa da temizliği ve yarım pansiyon olması (açık büfe kahvaltı ve akşam yemeğinde sağlıklı birçok seçenek vardı) bizim için yeterliydi. Burada iki gece kaldık; hafta içine denk getirdiğimiz için günübirlik gelenlerin kalabalığı olmadan gölün keyfini çıkarma şansımız oldu.
Göl etrafındaki dağ eteklerinde önceden yağan ve sertleşmiş kar olsa da, maalesef gölü yeni yağan karla birlikte görme şansımız olmadı. Yine de sabahları yemyeşil bir orman içinde, üzerini ince buz tutmuş pırıl pırıl gölün etrafında sadece kuş sesleri ile koşmak (düşük tempo pek tabii) çok keyifliydi. Göl çevresindeki yaya parkuru 6 km kadar uzunlukta ve bazı noktalarda araç yolundan ayrılıp göle uzanan ahşap iskelelerle devam ediyor. İlk günü milli parkta geçirdikten sonra ertesi gün Bolu’nun merkezine daha yakın küçük bir göl olan Gölcük’ü ve hala vaktimiz olduğu için Akkayalar Travertenleri’ni gezdik. Aslında Yedigöller’e çıkma planımız vardı fakat yolun çok bozuk ve karlı olduğunu öğrenince riske girmemek için vazgeçtik.
Abant’tan sonraki durağımız Maşukiye idi. Kocaeli Kartepe ilçesine bağlı etrafı yemyeşil tepelerle çevrili küçük bir yerleşim yeri. Ağva’ya geçmeden önce bir gece burada kaldık ve bana göre eğer Kartepe’ye çıkmayı planlamıyorsanız bir gün burası için kesinlikle yeterli. Öğleden sonra ulaştığımızda biraz dinlenip dışarı çıktık ve Kartepe yoluna koyulduk, yolda buzlanma ya da kar yoktu fakat aşırı sis yüzünden Kartepe’ye devam edemedik. Böyle olunca Kartepe yolu üstündeki Kuzuyayla Milli Parkı’nda durma kararı aldık. Telefonun iyi çekmemesi, yoğun sis, milli parktaki “Ayıların doğal yaşam alanıdır” tabelaları biraz korkutsa da karla kaplı ormanda tek başımıza dolaşmak çok etkileyiciydi. Maşukiye’de de yakınlarda doğa yürüyüşü parkurları bulmaya çalıştık fakat maalesef sadece Alabalık Vadisi’ni çevreleyen tepelerde kısa mesafeli patika yürüyüşü yapabildik. Açıkçası benim düşüncem Maşukiye’nin doğal güzelliğine işletmelerin gölge düşürdüğü yönünde oldu. Yaz aylarındaki halini düşünemiyorum bile..
Rotamızın finalini Ağva’da yaptık. Daha önce görme fırsatım olmadığı için burayı sakin bir sezonda görmek bizi çok mutlu etti. Burada kar değil yağmur yağıyordu. Göksu nehri kenarındaki Ağva Nehir Evi Otel’de konakladık ve çok memnun kaldık. İşletme sahibi Serap Hanım çok ilgiliydi. Yiyecek açısından, yıllardır Ege’de yaşadığımdan zeytin yağı ve yeşillik bulamamak Maşukiye’de ve Ağva’da bana biraz yoksunluk hissettirdi. Ağva’da ilk günümüzü sahilde dolaşarak ve yakınlardaki bir koru içindeki Dudullu parkurunda yürüyerek geçirdik.
İkinci günümüzde ise Kilimli parkurunda yürüyüş için tekne ile karşıya geçtik. Bir haftadır yoğun yağmur varmış fakat şansımıza biz yürürken ara ara atıştırıyordu. Kaptanın “Bu havada ne işiniz var oralarda?” derkenki yüz ifadesi hala aklımda, bir de hamile olduğumu bilseydi ne düşünürdü bilemiyorum! Kilimli parkuru ara ara çamurdan yürüyüş zorlaşsa ve keçi sürülerini kollayan çoban köpeklerinden uzak durmak için yolu biraz uzatsak da çok keyifliydi. Su geçirmez ve sıcak tutan yürüyüş ayakkabılarımız kurtarıcı oldu. Parkur kısa aralıklarla yer işaretlerine sahip fakat yine de özellikle bizim gibi etrafta kimse yokken geziyorsanız GPS kullanmanız faydalı olacaktır, doğa yürüyüşü ile ilgilenenler için “Wikiloc” uygulamasını tavsiye edebilirim.
Ağva’dan İstanbul’a geçmeden önce son sabahımızda Hacıllı Şelalesini de görmek istedik. Sabah yağmur altında köye girdik, yolun bir kısmını araçla tamamlayıp, sonrasında yine yürümeye başladık. Burada internet çok zayıf olduğu için GPS ile takip ettik. Parkur aslında çok rahat; kuru havada zorlayacak fazla bir nokta yok fakat sürekli yağan yağmur nedeniyle çoğunlukla çamur içinde yürümek ve kayma tehlikesi biraz tedirgin ediciydi. Biz kamp alanına kadar yürüdük ve geri döndük.
Bir ara “Ne yapıyorum ben, ne işim var karnımda bebekle buralarda?” düşüncelerine kapılsam da sorun yaşamadan araca ulaştığımızda çok mutlu ve huzurluydum. Dizlerimize kadar çamur içinde, yorgun fakat temiz havaya dolmuş bir şekilde Bakırköy’e ulaştık. Arkadaşımızı beklerken oturduğumuz kahvecide kalabalığa ve etrafa yabancı gözlerle baktığımı ve daha şimdiden geçirdiğimiz haftayı özlediğimi hatırlıyorum!
Özetle eğer sağlıklı bir hamilelik geçiriyorsanız, kendi sınırlarınıza dikkat ettiğiniz ve sizin ve bebeğinizin sağlığına zarar verebilecek uç noktalarda dolaşmadığınız sürece, doktorunuzun da onayı ile hemen her yere gidebilirsiniz diye düşünüyorum. Yanımda her zaman su, kuru yemiş ve kuru meyve bulundurdum, yorulduğum zaman dinlendim ve kendimi zorlamadım. Böylece çok keyifli, doğayla iç içe bir hafta geçirmiş olduk.
Yazı Sahibi: Ece Tiryaki
Instagram: eceetiryaki