Eylül 2019’un son hafta sonunu Şanlıurfa’da geçirmek için Mersin’den arabayla yola çıktık. Tabi yolumuzun üzerinde Gaziantep varken orayı da boş geçemeyiz deyip, Urfa planımıza küçük bir Gaziantep de katmış olduk 🙂 Biz Gaziantep’i daha önceden bildiğimizden bu sefer sadece kahvaltı ve öğle yemeği için uğradık ve Tostçu Erol’un o meşhur tostlarıyla günümüze başladıktan sonra mini bir Bakırcılar Çarşısı, Zincirli Bedesten ve Baharatçılar Çarşısı turu yapıp, İmam Çağdaş’ta öğle yemeği yedikten sonra Antep’e veda ettik.

Gaziantep’e veda ettikten sonra yola düşmemizin asıl sebebi olan Halfeti için yola koyuluyoruz. Halfeti’ye yaklaşırken turizmin buraya ne kadar katkı sağladığını da görmüş oluyorsunuz çünkü yeni yapılan yolları, inşaatı süren butik otelleri, artan yüzer restoranları ve akın akın gelen insanları görüyorsunuz. Tabi turizmin olumlu katkıları yanında, oranın siluetini bozan, estetikten uzak, o çirkin yapıdaki oteli de görmüş oluyorsunuz. 😦
Biz kendi aracımızla geldiğimiz için ulaşımda hiç sıkıntı yaşamadık ama aracı olmayanlar için de; Halfeti-Şanlıurfa minibüsleri her yarım saatte bir hareket ediyor. Halfeti’ye gelmişken tekne turu yapmadan olmaz deyip atlıyoruz hemen ilk kalkan tekneye (zaten sürekli yeni kalkacak olan tekneler var, öyle saat başı vs beklemiyorsunuz yani). Fırat’ın o devasa büyüklüğünü, tarihi Rumkale’yi ve Halfeti’nin sembolü haline gelen sular altında kalan minareyi görüyoruz. Tekneler minarenin yanına o kadar yaklaşabiliyor ki teknenin ucunda olursanız, çok güzel fotoğraflar da çekebilirsiniz.

Tekne turunun ardından, civardaki hediyelik eşyacıları gezip meşhur olan karagül (Halfeti; Türkiye’de karagülün yetiştiği tek yer olduğu için ayrıca bir öneme sahip) ürünlerini inceliyoruz ve karagül kolonyasından mutlaka ama mutlaka almanızı tavsiye ediyoruz. Gerçekten çok güzel kokuyor. Eğer gittiğiniz dönem karagülün hasat zamanına denk gelirse seraları da gezebilirsiniz bize bu kısmı denk gelmedi maalesef. Biz Halfeti’de akşamı ettiğimiz için bugünlük gezimizi sonlandırıyor ve kuzenimizin yaşadığı Siverek’e geceyi geçirmeye gidiyoruz.


Ertesi gün Siverek’ten çıkıp, keşfiyle tarihi sil baştan yapan Göbeklitepe’ye gidiyoruz. Şanlıurfa’daki şehir merkezinden 30 kilometre uzaklıktaki Göbeklitepe‘deki tapınakları görmek, tarihin sıfır noktası olduğunu bilmek, yerleşik hayata geçmeden bu insanların belli bir inanca sahip olduğunu bu nedenle tapınak yaptıklarını düşünmek insanı çok etkiliyor ve M.Ö 12000 yılında bunu nasıl yaptıklarınaysa akıl sır ermiyor. Göbeklitepe’ye giriş yaparken 2 türlü bilet satışı mevcut, eğer gezmeden önce sinevizyon gösterisi izleyip bilgi edinmek isterseniz ona göre bilet almanız gerek. İzlemek istemezseniz de sadece Göbeklitepe için bilet almanız yeterli. Bilet aldıktan sonra turnikelerden geçip ringlerin olduğu alana geliyorsunuz ve sizi ringlerle ören yerine götürüp getiriyorlar.
Göbeklitepe’nin ardından Balıklıgöl’e geçiyoruz. Rivayete göre Hz. İbrahim tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, devrin zalim hükümdarı Nemrut tarafından kalenin bulunduğu tepeden mancınıkla ateşe atılır ve ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. O günden sonra gölün adı Allah’ın Dostu anlamına gelen Halil-ür Rahman adıyla anılır ve İbrahim’e aşık olduğu söylenen Nemrut’un kızı Zeliha’nın gözyaşlarından ise Balıklıgöl’ün hemen yanında küçük bir göl daha oluşur, bu gölün adı ise Zeliha’nın gözü anlamına gelen Ayn-Zeliha’dır. Bu göllerdeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilerek yenilmemekte ve korunmaktadır.


Urfa merkezde yer alan Balıklıgöl günün her saati çok kalabalık ve gezmek isteyenler için gece de burası hep açık. Biz akşamüstü etrafındaki bedestenleri de gezdikten sonra, Urfa mutfağı ile de tanışıp dönüş yoluna geçiyoruz. Ama sizler vaktiniz varsa Urfa kalesini, civardaki mağaraları, arkeoloji ve mozaik müzesini gezmeden dönmeyin.
Herkese iyi gezmeler 🙂
Yazı Sahibi: Merih Zeynep Çetin
Instagram: mrhctn